ATATÜRK’ÜN ANA FİKRİNİ VERDİĞİ İLK OPERA
ÖZ SOY DESTANI
Araş. Gör. Mustafa BAYIK
GİRİŞ
“Özsoy”, Ahmet Adnan Saygun’un daha 27 yaşındayken ve 2 ay gibi akıl
almaz bir sürede bestelediği Cumhuriyet tarihimizin seslendirilmiş ilk
opera eseridir.
Librettosu / yapıtın metni Münir Hayri Egeli tarafından kaleme alınmıştır.
Üç perdelik, dramatik türde bir opera olarak bestelenmiş olmakla
birlikte, 1982 yılında ******’ün 100. doğum yıl dönümü nedeniyle, tam
48 yıl sonra tekrar sahnelenmesi gündeme geldiğinde Saygun, bu 3
perdelik operayı, 1 perdelik bir özet hâline getirmiştir.
“Özsoy”un üvertürünün başlangıç akorlarında, bestecinin çok sağlam ve
özgün müzik karakterinin şaşırtıcı olgunluktaki ilk izlerini görüyoruz.
Daha ilk akorlarda eserin mistik yapısını hissetmek mümkündür. Bu sade
ve yoğun anlam yüklü yapı dikkat çekicidir.
Saygun’un daha sonraki dönemlerde bestelediği eserlerde yer verdiği
halk ezgilerinin yoğun ve karmaşık armonik yapısı bu eserde
görülmemektedir. Buna karşılık tonal müziğin vardığı en yüksek doruk
olan, Wagner’in müziğinde rastladığımız yoğun derinlik ve müzikal
ifade, adeta yıllar sonra Saygun’un müziğinde karşımıza çıkmaktadır.
XIX. yüzyıl romantik akımının esası olan ve Wagner’in zirveye
ulaştırdığı, dramın müzikle ifadesine (Gesamtkunstwerk), Saygun yeni
bir boyut katmıştır.
Doğunun duyarlılığını getirmiş, müziği Wagner’in bıraktığı yerden yeni renk ve akorlarla geliştirerek, doruğa ulaştırmıştır.
ÖZSOY’U YAZMA DÜŞÜNCESİ
Librettosu / yapıtın metni Münir Hayri Egeli tarafından yazılan “Özsoy”un ana fikrini bizzat ****** vermiştir.
İran şahına bir “opera” izlettirme fikri ******’ün aklına nereden
gelmiş olabilirdi? Ahmet Adnan Saygun’un anlatımından dinleyelim:
"Öyle sanıyorum ki iki düşünce O'nu bu arzuya itmiştir. O sıralarda
kendisinin İran ile yakınlaşmayı, iki devlet arasında sağlam bir
dostluk kurulmasını istediği anlaşılıyordu. Biri çoğunlukla Sünnî,
öteki çoğunlukla Şiî mezhebine bağlı bu iki devlet yüzyıllar boyu
düşmanca bir komşuluğu sürdüre gelmişlerdi. ******, işte bazen açık
bazen kapalı olan bu düşmanlığı dostluğa çevirmek, bunun için de din ve
mezhep konularını bir yana itip, iki milletin öz kardeşler oldukları
fikrini, bir İran efsanesine dayanarak ileri sürme düşüncesine kendini
kaptırmış olmalıdır. ****** böyle bir fikri, Şah ile karşılıklı
söyledikleri nutuklar sırasında da ortaya atabilirdi. Fakat, sahnenin
hareketinden ve musıkinin gücünden yararlanarak, bu fikri bir sanat
havası içinde işlemenin, heyecanla beslenen duygular üzerinde büyük
etkisi olacağını düşünmüş olmalı idi. Nitekim, 19 Haziran 1934
tarihinde, Ankara Halk Evinde yer almış olan ilk temsilin hemen
ardından iki devlet başkanı Dışişleri Bakanlığı'na giderek orada Türk -
İran dostluğunun temelini atmışlardır.
İkinci düşünceye gelince; ****** herhalde yine bu Türk İran dostluğu
bakımından Şaha büyük bir itibar göstermek ve onu mümkün olduğu kadar
etkilemek istemiş olsa gerektir. Nitekim Şah'a elbetteki Türkiye'nin
şehirlerini, o zaman var olan bir iki fabrikasını gösterebilecekti,
fakat bütün bunlar İran'da da vardı veya olabilirdi. Ama bir musıkili
sahne eseri Şah için yepyeni bir şey olacaktı. Gerçekte bu kendisi için
de yepyeni bir şeydi.
Daha önce tek sesli geleneksel Türk müziğinin bestecinin genellikle
kendi bireysel duyarlığını, acısını, kederini dile getiren lirik
yaklaşımlardan, duyarlıktan ibaret kaldığını söylemiştim.
Bu da kuşkusuz bir anlatım unsuruydu.
Ama öteki şiirsel unsurlar da vardı.” Ünlü müzik bilginimiz Cevat Memduh Altar sıralıyordu:
"Yalnız Lirizm ile iş bitmez. Onun yanında hayatın her şeyiyle kendisi,
hayat gerçeğinin acımasız dorukları olmanın niteliğini taşıyan:
Mitoloji, mitolojik-epik, dramatik yada trajik duyarlıkların işlenecek
konunun özelliklerine uygun oranlarda rol almaları zorunludur; ve
bunları tek sesli bir müziğin salt melodik yapısı içinde değerlendirmek
imkânsızdır. Sanatçının eserinde, yukarıda geçen şiirsel unsurları
algılayış gücü ve işleyeceği konunun karakteri gereği
biçimlendirebilmesi; ancak çoksesli tekniğin oluşturabileceği, zengin
olduğu kadar karmaşık da olan bir anlatım dokusu içinde mümkün
olabilmektedir. Bu işler için, operaların, senfonilerin, senfonik
şiirlerin, eşlikli ve eşliksiz büyük çaptaki koro eserlerinin meydana
getirilmeleri gerekmektedir."
******’ün müzik reformundan beklediği de budur;
bu sebeple kendisi “Özsoy”da olduğu gibi, bu konuda ilk ve en güzel örneklerin verilmesine ön ayak olmuştur.
******’ün fikir babası olduğu “Özsoy”un, 19 Haziran 1934 günü
dağıtılan broşürünün 3. ve 4. sayfasında yer alan görev dağılımı
belgesel önem
taşımaktadır. Bu görev dağılımını aşağıda sunuyorum:
ÖZSOY OPERASI
ÖZ SOY Destanı
3 Perde 12 Tablo
Yazan ve Sahneye Koyan: Münir Hayri
Besteleyen ve Orkestra Şefi: Ahmet Adnan (SAYGUN)
Orkestra: İstanbul Konservatuarı yaylı sazlar heyetiyle Riyaseti Cümhur Bando Heyeti
Dans ve korografi : Selma ve Azade Selim Sırrı
Sahne: Hami
Dekor ve kostümler : Mahmut - Galip
Koro idaresi : Muallim Halil Bedi, Mediha Adnan.
Koro: Ankara Kız lisesi, Ankara Kız orta mektebi, Ankara Beden Terbiyesi Enstitüsü talebesi
Konduit : Şevket
Suflör : Enver Necip
Rol Bölümü
Ozan : Hamdi Selçuk
Baş Şaman : Salih Bey
Köse Ağa : Salih Bey
Birinci Bey: Fethi Bey
Züppe: Fethi Bey
İkinci Bey: Kemal Bey
Bir Zabit : Kemal Bey
Kaymakam: Kemal Bey
Felekler
Nigar Hanım, Muhsine Hanım, Muazzez Hanım, Yıldız Hanım, Nüzhet Hanım, Nimet Hanım.
Feridun: Gazi Terbiye Enstitüsü muallimlerinden Nurullah Şevket Bey
Ses : Gazi Terbiye Enstitüsü muallimlerinden Nurullah Şevket Bey
Hantun (UluAnne): Konservatuar muallimlerinden Nimet Vahit Hanım
Ahriman : Süleyman Bey
Ayşım: İstanbul Konservatuarı talebelerinden Semiha Hanım
Mehmet: Gazi Terbiye Enstitüsü muallimlerinden Ö.C.Bey
Bir Köylü: Bedri Bey
Sarıklı: Bedri Bey
Politikacı: Hayati
Tembel, Sefih ,Bedbin: Semiha Hanım
İraç
Danslar: Selma ve Azade hanımların idaresinde Kız Lisesi ve Orta
mektebi talebelerinden Perran – Leyla – Vesamet – Belkıs – Nedret –
Enise - Melahat hanımlar.
Perde açıldığında sahnede görülen ozan, ezelî Türk yüceliğini sayıp
dökeceği destanına koyularak dinleyicilerin hayalini kırk bin yıl
evvelki Feridun’un ülkesine çeker.
Bu tiradda ******’ün ulus, din, devlet konularındaki görüşlerine ışık tutulmaktadır.
Arpın büyülü melodisiyle ozan tiradını seslendirmeye başlar :
“Ben ne puta tutkunum, ne de yara vurgunum,
Elimde destanımla yalnız hakka bakarım.
Doğruyu anlatırım, gönüllere akarım.
Gönlü açık olanlar elbet beni severler.”
Dizelerinde Asya Türklerinin eski inancı, Şamanlıktan hak dine, İslam’a geçiş vurgulanmaktadır.
Son bölümde ise tasavvuf felsefesinin büyük ozanı Yunus Emre ile bir bağlantı kurulmuştur.
Gönül gözünün açık olması deyimi, tasavvufta, ilâhî aşkın tanımlamasıdır.
* Tiradın devamında, yeni milletin kültür yapısı betimlenirken
kaynakların, Batıdan veya Doğudan değil, kendi tarihimizden alınması
gerekliliği
vurgulanmaktadır:
“Ben, ne Homeros gibi; hayali yavuzlar,
Tanrılarla sevişen kızcağızları anlatmaktan hoşlanır
Ne de eski Fin’lerin Kalavala’sı gibi, insanlarla cinlerin,
Döğüşünü süslerim hayal enginlerinde
Ben Firdevsi değilim,
Kendi dar anlayışımdan, güzel renkli savaşlar yaratıp,
İninde uyuyan aslanları kamçılamam
Ben vatan yavuklusu ozanım
Öz tarihi söylerim, olmuşu iletirim,
İşte böyle beylerim.”
******’ün görüşleri doğrultusunda yazılan bu satırlarda da görüldüğü gibi, iman ve vatan yeni milletin en temel unsurlarıdır.
* Toplumun ilerlemesi, çağdaşlaşması için başvuracağı kaynakların,
kendi geçmişinde varolduğu ve bu geçmişten hareket edilmesi gerekliliği
bakın
nasıl anlatılıyor :
“Tarih diyor ki bize,
Uygarlıklar ırmağı brakisefal soyda buldu, özlü kaynağı
Bu soy, Asya’dan çıktı, dört bir yana dağıldı
Bu tarih, yükselişin, başlangıcı sayıldı
Avrupa, Anadolu, İran, ve orta yayla uygarlığa girdi
Bakın, bu büyük soyla zaman durur mu?
Sakın zaman durur sanma, duran düşer
ilerden başkasına inanma.”
Dağılmış Türk boylarını bir araya toplamayı başaran Hakan Feridun’un
temsil ettiği kişilik, dağılmış Osmanlı İmparatorluğunu yeni bir ulusta
birleştiren
******’ten başkası değildir.
Bu birlikteliği sağlayan ortak değerlere, Hakan Feridun, iki oğlunun
dünyaya gelişinin kutlandığı gece, yapılan dualarda örnekler veriliyor.
Sade fakat etkileyici armonik yapısıyla koro duasına başlıyor :
* Hakan’ın yaveri yurdun dört bir yanından gelen beylere seslenmektedir.
(Hakan’ın Yaveri)
“Dört yanın, doğunun, batının, gün ortasının ve Kara
Yurdun beyleri. Bu mavi gecede Ulu Hakan Feridun’un
Çağırışına kulak verdiniz ve buraya toplandınız.”
Beylerle aralarında geçen konuşmadan sonra bir asker, Hakan Feridun’un gelmekte olduğunu müjdeler.
Hakan Feridun koronun coşkuyla seslendirdiği partisyonla içeri girer :
(KORO)
“Yaşa yaşa Feridun sen başımızda var ol.
Sana mutlu dilekler getirdi bu örük kul”
* Doğum için gelen beyleri selâmlar ve şan tekniği açısından çok zor olmayan aryasını söylemeye başlar :
“Derin göklerden akan yüce yavuz kartallar.
Sizi seçtiğiniz bey öz yürekten selamlar.
Atılınca karayı silecek gibi hırçın
Kanadınızla siz en varılmaz en yalçın
Kayaları yıkarak nur saçan beylersiniz
Ününüz yüce olsun. Yurduma hoş geldiniz”
Tekrar koro Hakan Feridun’a cevap verir. Burada bestecinin Wagner’in müziğinden etkilendiğini açıkça hissedebilmekteyiz:
(KORO)
“Yaşa yaşa Feridun sen başımızda var ol.
Sana mutlu dilekler getirdi bu örük kul”
(HAKAN FERİDUN)
“Size şölen hazırdır. Kurbanlar sizi bekler.
Bu saadetli günde nur getirdiniz beyler.
Hep kollar göğe kalksın yere kapansın dizler.
Benimle bir oldunuz dua ettiniz sizler.”
(KORO)
“Hep kollar göğe kalksın yere kapansın dizler.
Sizinle bir olalım dua edelim bizler.”
Hakan Feridun koro ile birlikte aşağıdaki, Tanrı’ya yakarışını içeren tiradını okumaya başlar.
“Tanrım, bu güzel geceyi,
En güzel umutlarla doldur, nurunla doldur
Sen ey ışık kaynağı
Dileklerin yapıcısı
Umutlarını sana bağlayanların, koruyucusu
Ulu Tanrı
Yüce Tanrı
Çok cahiller, seni gökte arar, yerde ister
Sen inananların gönlündesin
Ulusumuzu daima aydın ufuklara yönelt tanrım.”
Tanrı’ya bu yakarıştan sonra, bir haberci tarafından Feridun’a müjdeli
haber iletilir ve Hakan’ın ikiz çocukları olduğu haberi verilir.
Hakan Feridun’un ikiz oğulları, Tur ve İraç’ın temsil ettiği “Özsoy”, Türk ve İran halkının kardeşliğini temsil etmektedir.
Feridun’un hanımı Hatun’un iki yavrusuyla gelmekte olduğu haberi gelir. Koronun Hatun’a seslenişi duyulur.
(KORO)
“Selam senindir hatun, senindir ayla güneş
Bu ikiz tosunla sen sayılırsın göğe eş.”
Daha sonra koro karşılama seramonisini bitirdikten sonra Hatun ile
Hakan Feridun arasında etkileyici aynı zamanda duygusal bir düet
başlar:
(HATUN)
“Yurda armağan olsun hakanım bu çifte kurt
Şayet bir gün görürse kara gün bu güzel yurt
Biri arslan biri kurt olarak saldırsınlar.
Yeryüzünden kötülüğün kökünü kaldırsınlar.
Kadına annelik vatan severliktir bey”
(HAKAN FERİDUN)
“Kadın anne olunca feleğin ömrü uzar.
Yerler göğe yaklaşır. Nurlar gözleri sular.
Bugün senin ününü haykırmak istiyorum.”